8. Söz/2, Sh 21 | Her kim fani hayatı esas tutsa, zahiren cennette de olsa, ma‘nen cehennemdedir
Listen now
Description
İşte ey tenbel nefsim! Ve ey hayâlî arkadaşım! Geliniz. Bu iki kardeşin vaz‘iyetlerini muvâzene edelim. Tâ iyilik nasıl iyilik getirir ve fenâlık nasıl fenâlık getirir, görelim, bilelim. Bakınız. Sol yolun bedbaht yolcusu her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor. Ve şu bahtiyar ise, meyvedâr ve revnakdârbir bahçeye da‘vet edilir. Hem o bedbaht elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise lezîz bir ibret, tatlı bir havf, mahbûb bir ma‘rifet içinde garib şeyleri seyir ve temâşâ ediyor. Hem o bedbaht, vahşet ve me’yûsiyet ve kimsesizlik içinde azab çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümid ve iştiyâk içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, kendini vahşi canavarların hücumuna ma‘rûz bir mahbûs hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise bir azîz misafirdir ki, misafiri olduğu Mihmândâr-ı Kerîm’in acîb hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor. Hem o bedbaht zâhiren lezîz, ma‘nen zehirli yemişleri yemekle azabını ta‘cîl ediyor. Zîrâ o meyveler numûnelerdir. Tatmaya izin var. Tâ asıllarına tâlib olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise tadar, işi anlar, yemesini te’hîr eder. Ve intizâr ile telezzüz eder. Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakîkati ve parlak bir vaz‘iyeti basîretsizliğiyle kendisine muzlim ve zulümâtlı bir evhâm bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır. Ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ bir adam, güzel bir bahçede, ahbâblarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanâat etmeyip, kendini pis müskirlerle sarhoş edip, kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp SAYFA 22 tahkîr ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir. Ve şu bahtiyar ise, hakîkati görür. Hakîkat ise güzeldir. Hakîkatin hüsnünü derk etmek ile, hakîkat sâhibinin kemâline hürmet eder. Rahmetine müstehak olur. İşte “Fenâlığı kendinden, iyiliği Allah’dan bil!” olan hükm-ü Kur’ânînin sırrı zâhir oluyor. Daha bunlar gibi sâir farkları muvâzene etsen, anlayacaksın ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir ma‘nevî cehennem ihzâr etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsân ve saadete ve parlak bir fazîlete ve feyze mazhar etmiş. Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam! Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur’ân’ı dinle ve hükmüne mutî‘ ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et. Şu hikâye-i temsîliyede olan hakîkatleri eğer fehmettin ise, hakîkat-i dîni ve dünyayı ve insanı ve îmânı ona tatbîk edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim, incelerini sen kendin istihrâc et. İşte bak. O iki kardeş ise, biri rûh-u mü’min ve kalb-i sâlihtir. Diğeri rûh-u kâfir ve kalb-i fâsıktır. Ve o iki tarîkten sağ ise, tarîk-i Kur’ân ve îmândır. Sol ise tarîk-i isyân ve küfrândır. Ve o yoldaki bahçe ise, cem‘iyet-i beşeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı ictimâiyedir ki, hayır ve şer, iyi ve fenâ, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkil odur ki, خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalb ile gider. Ve o sahrâ ise şu arz ve dünyadır. Ve o aslan ise ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise beden-i insan ve zaman-ı hayattır. Ve o altmış arşın derinlik ise ömr-ü vasatî ve ömr-ü gālibî olan altmış seneye işarettir. Ve o ağaç ise müddet-i ömür ve madde-i hayattır. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise gece ve gündüzdür. Ve o ejderha ise ağzı kabir olan tarîk-i berzahiye ve rivâk-ı uhrevîdir. Fakat o a
More Episodes
On Beşinci Söz’ün Zeyli Yirmi Altıncı Mektub’un Birinci Mebhası بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ...
Published 11/22/24
Published 11/22/24
Altıncı Basamak: Beşer ve cin, nihâyetsiz şerre ve cühûda müsteid olduklarından, nihâyetsiz bir temerrüd ve bir tuğyân yaparlar. İşte bunun için Kur’ân-ı Kerîm öyle i‘câzkâr bir belâgatle ve öyle âlî ve bâhir üslûblarla ve öyle gālî ve zâhir temsîller ve meseller ile ins ve cinni isyandan ve...
Published 11/21/24