14. Söz/2, Sh 35 | 2.Mesele | Herşey vücûda gelmeden yazılıdır, geldiği ve gittiğinde de yazılır
Description
İkincisi: Meselâ. وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ٭ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ ٭ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ gibi âyetlerin ifadeettikleri ki: “Bütün eşyâ, bütün ahvâliyle, vücûda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor” demek olan hakîkat-i âliyesine kanâat getirmek için, Nakkāş-ı Zülcelâl rûy-u zemînin sahîfesinde her mevsimde, bâhusus baharda değiştirdiği nihâyetsiz muntazam mahlûkātın fihriste-i vücûdlarını, târîhçe-i hayatlarını, desâtîr-i hareketlerini çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde ma‘nevî bir sûrette derc ve muhâfaza ettiğini; ve zevâlden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle ma‘nevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını; hatta her geçici baharda yaş-kuru ne varsa, mahdûd zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda kemâl-i intizâm ile
SAYFA 36
muhâfaza ettiğini nazar-ı şuhûda gösteriyoruz. Güya her bir bahar birtek çiçek gibi gayet muntazam ve mevzûn olarak zeminin yüzüne bir Cemîl ve Celîl’in eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor.
Hakîkat böyle iken, beşerin en acîb bir dalâleti budur ki, kader kaleminin sahîfesi olan Levh-i Mahfûz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak fihriste-i san‘at-ı Rabbâniye olup, ehl-i gafletin lisânında ‘tabiat’ denilen bu kitâbet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san‘atı, bu münfail mistar-ı hikmeti ‘tabîat-ı müessire’ diyerek, masdar ve fâil telakkî etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakîkat nerede, ehl-i gafletin telakkîleri nerede?
Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sâir bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sâdık’ın tasvîr ettiği; meselâ kırk binler başlı, her bir başta kırk binler lisân ve her lisânda kırk binler tarzda tesbîhât ettiklerini ve intizâm ve külliyet ve vüs‘at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakîkate çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelâl تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّ ٭ اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ ٭ اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ gibi âyetlerle tasrîh ediyor ki, mevcûdâtın en büyüğü ve en küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münâsib bir tarzda tesbîhât ettiğini gösteriyor. Ve öyle de görünüyor.
Evet, bir bahr-i müsebbih olan şu semâvâtın kelimât-ı tesbîhiyesi güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi; bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmîdiyesi hayvanlar, nebâtlar ve ağaçlardır. Demek her bir ağacın, her bir yıldızın cüz’î birer tesbîhâtı olduğu gibi; zeminin de ve zeminin her bir kıt‘asının da ve her bir dağ ve derenin de ve berr ve bahrinin de ve göklerin her bir feleğinin de ve her bir burcunun da birer tesbîh-i küllîsi vardır. Şu binler başları olan zeminin her başında yüz binler lisânlar bulunan ve her lisânda yüz bin tarzda tesbîhât çiçeklerini, tahmîdât meyvelerini âlem-i misâlde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervâhta temsîl edip i‘lân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır. Evet, müteaddid eşyâ bir cemâat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem‘iyet imtizâc edip ittihâdşeklini alsa, onu te
On Beşinci Söz’ün Zeyli
Yirmi Altıncı Mektub’un Birinci Mebhası
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ...
Published 11/22/24
Altıncı Basamak: Beşer ve cin, nihâyetsiz şerre ve cühûda müsteid olduklarından, nihâyetsiz bir temerrüd ve bir tuğyân yaparlar. İşte bunun için Kur’ân-ı Kerîm öyle i‘câzkâr bir belâgatle ve öyle âlî ve bâhir üslûblarla ve öyle gālî ve zâhir temsîller ve meseller ile ins ve cinni isyandan ve...
Published 11/21/24