14. Söz/3, Sh 37 | 4.Mesele | Allah her şeyi nihayetsiz bir kolaylık ve sür‘atle halk eder
Description
Dördüncüsü: Meselâ, اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ٭ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ٭ تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri hakîkat-i ulviyesine ki, Kādir-i Mutlak, o derece suhûlet ve sür‘atle ve muâlecesiz ve mübâşeretsiz eşyâyı halk eder ki, yalnız sırf bir emir ile îcâd eder gibi görünüyor, fehmediliyor. Hem o Sâni‘-i Kadîr nihâyet derecede masnûâta karîb olduğu halde, masnûât nihâyet derecede ondan baîddir. Hem nihâyetsiz kibriyâsıyla beraber gayet cüz’î ve hakir umûru dahi, ehemmiyetle tanzîm ve hüsn-ü san‘attan hâriç bırakmıyor.
İşte bu hakîkat-i Kur’âniyenin vücûduna, mevcûdâtta meşhûd suhûlet-i mutlaka içinde intizâm-ı ekmel şehâdet ettiği gibi; gelecek temsîl dahi onun sırr-ı hikmetini gösterir. Meselâ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰي Sâni‘-i Zülcelâl’in esmâ-yı hüsnâsından Nûr isminin bir kesîf aynası hükmünde olan güneşin, emr-i Rabbânî ve teshîr-i İlâhî ile mazhar olduğu vazîfeler, şu hakîkati fehme takrîb eder. Şöyle ki:
Güneş, ulviyetiyle beraber, bütün şeffaf ve parlak şeylere nihâyet derecede yakın, belki onların zâtlarından onlara daha yakın olduğu; cilvesiyle ve timsâliyle ve tasarrufa benzer çok cihetlerle onları müteessir ettiği halde, o şeffaf şeyler ise, binler sene ondan uzaktırlar. Onu hiçbir vecihle müteessir edemezler. Kurbiyet da‘vâ edemezler. Hem o güneş her şeffaf zerreye, hatta ziyâsı nereye girmiş ise, orada hazır ve nâzır gibi olduğu, o zerrenin kābiliyet ve rengine göre güneşin aksi ve bir nevi‘ timsâli görünmesiyle anlaşılır. Hem güneşin azamet-i nûrâniyeti derecesinde ihâtası, nüfûzu ziyâdeleşir. Nûrâniyet azametindendir ki, en küçük, ufak şeyler, ondan gizlenip kaçamazlar.
SAYFA 38
Demek azamet-i kibriyâsı cüz’î ve ufak şeyleri nûrâniyet sırrıyla hârice atmak değil, bil‘akis dâire-i ihâtasına alıyor. Hem güneşi mazhar olduğu cilvelerde ve vazîfelerde farz-ı muhâl olarak fâil-i muhtâr farz etsen, o derece suhûlet ve sür‘at ve vüs‘at içinde zerreden, katreden, deniz yüzünden, seyyârâta kadar izn-i İlâhî ile öyle işliyor ki, şu tasarrufât-ı azîmeyi yalnız bir mahz-ı emir ile yapar, tahayyül edilebilir. Zerre ile seyyâre, emrine karşı müsâvîdirler. Deniz yüzüne verdiği feyzi, zerreye de kābiliyetine göre kemâl-i intizâm ile verir.
İşte semâ denizinin yüzünde ziyâdâr bir kabarcık ve Kadîr-i Mutlak’ın Nûr isminin cilvesine kesîf bir aynacık olan şu güneşin, bilmüşâhede şu hakîkatin üç esasının numûnelerine mazhar olduğunu görüyoruz. Elbette güneşin nûr ve harâreti ilim ve kudretine nisbeten toprak gibi kesîf hükmünde نُورُ النُّورِ مُنَوِّرُ النُّورِ مُقَدِّرُ النُّورِ olan Zât-ı Zülcelâl, her şeye ilim ve kudretiyle nihâyetsiz yakın ve hazır ve nâzır; ve eşyâ ondan gayet uzak olduğuna; hem o derece külfetsiz, muâlecesiz, suhûletle işleri yapar ki, yalnız mahz-ı emrin sür‘at ve suhûletiyle îcâd eder gibi anlaşıldığına; hem hiçbir şey cüz’î-küllî, küçük-büyük, dâire-i kudretinden hârice çıkmadığına ve kibriyâsı ihâta ettiğine şuhûd derecesinde bir yakîn-i îmânî ile îmân ederiz. Ve îmân etmek gerektir.
On Beşinci Söz’ün Zeyli
Yirmi Altıncı Mektub’un Birinci Mebhası
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ...
Published 11/22/24
Altıncı Basamak: Beşer ve cin, nihâyetsiz şerre ve cühûda müsteid olduklarından, nihâyetsiz bir temerrüd ve bir tuğyân yaparlar. İşte bunun için Kur’ân-ı Kerîm öyle i‘câzkâr bir belâgatle ve öyle âlî ve bâhir üslûblarla ve öyle gālî ve zâhir temsîller ve meseller ile ins ve cinni isyandan ve...
Published 11/21/24