2. Lem'a/3, Sh 8 | 5.Nükte | Asıl musibet dine gelen musibettir. Musibeti büyük gördükçe büyür.
Description
Beşinci Nükte: “Üç mes’ele” dir. Birinci Mes’ele: Asıl musibet, muzır musibet, dine gelen musibettir. Musîbet-i dîniyeden her vakit dergâh-ı İlâhîye ilticâ edip feryâd etmek gerektir. Fakat dînî olmayan musibetler, hakîkat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtâr-ı Rahmânîdir. Nasıl ki, bir çoban, gayrın tarlasına tecâvüz eden koyunlarına taş atar. Onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtârdır. Memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki; İlâhî birer ihtârdır, birer îkāzdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünûbdur. Ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za‘fını bildirerek bir nevi‘ huzûr vermektir. Musibetin hastalık olan nev‘i, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifât-ı Rabbânîdir, bir tathîrdir. Rivâyette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyorsa, sıtmalı bir hastanın titremesinden de günahları öyle dökülüyor.” Hazret-i Eyûb Aleyhisselâm, münâcâtında istirâhat-i nefsi için duâ etmemiş, belki musibet, zikr-i lisânîye ve tefekkür-ü kalbîye mâni‘ olduğu zaman, ubûdiyet için şifâ taleb eylemiş.
Biz, o münâcât ile birinci maksadımız, günahlardan gelen ma‘nevî, rûhî yaralarımızın şifâsını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubûdiyete mâni‘ olduğu zaman ilticâ edebiliriz. Fakat, mu‘terizâne ve müştekiyâne bir sûrette değil, belki mütezellilâne ve istimdâdkârâne bir sûrette ilticâ edilmeli. Madem onun rubûbiyetine râzıyız, o rubûbiyeti noktasında verdiği şeye rızâ lâzımdır. Kazâ ve kaderine i‘tirâzı işmâm eder bir tarzda “Ah!” “Of!” deyip şekvâ etmek, bir nevi‘ kaderi tenkîddir, rahmeti ithâmdır. Kaderi tenkîd eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ithâm eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli isti‘mâl etmek, nasıl kırılmasını tezyîd ediyor, öyle de, musibete giriftâr olan adam, i‘tirâzkârâne şekvâ ve merak ile onu karşılasa, musibetini ikileştirir.
İkinci Mes’ele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde
SAYFA 9
insanın gözüne bir hayâl ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet verilmezse, kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayd kaldıkça dağılmaları gibi; maddî musibetlere de büyük nazarıyla ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vâsıtasıyla o musibet, cesedden geçerek kalbde de kökleşir, bir ma‘nevî musibeti dahi netice verir, ona istinâd eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rızâ ve tevekkül vâsıtasıyla izâle etse, bir ağacın kökü kesilmiş gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakîkati ifade için bir vakit böyle demiştim: “Bırak ey bîçâre feryâdı, belâdan kıl tevekkül. Zîrâ feryâd, belâ-ender hatâ-ender belâdır, bil. Eğer belâ vereni buldun ise, safâ-ender atâ-ender belâdır, bil. Eğer belâ vereni bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender fenâ-ender belâdır, bil. Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel tevekkül kıl! Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.” Nasıl ki, mübârezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adâvet musâlahaya, husûmet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
Üçüncü Mes’ele: Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet, şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhâsta belâ, belâ değil, belki bir lütf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sâir musibetzedeleri fakat, musibet, dine dokunmamak şartıyla bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhdârı bulunmak hususunda b