Episodes
Sekizincisi: Seyrânî’dir. Bu zât, Husrev gibi Nûra müştâk ve dirâyetli bir talebem idi. Esrâr-ı Kur’âniyenin
SAYFA 47
bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftâhı olan tevâfukāta dâir Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzâc ettim. Ondan başkaları, kemâl-i şevk ile iştirâk ettiler. O zât, başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirâk etmemekle beraber, beni de o kat‘î bildiğim hakîkatten vazgeçirmek istedi. Bir mektub yazdı. Yazdığı mektub, cidden bana dokundu....
Published 11/25/24
Dördüncüsü: Muhâcir Hâfız Ahmed’dir. O kendisi söylüyor: “Evet, ben i‘tirâf ediyorum ki: Hizmet-i Kur’âniyede âhiretim nokta-i nazarında ictihâdımda hatâ ettim. Hizmete fütur verecek bir arzuda bulundum. Şefkatli, fakat şiddetli ve keffâretli bir tokat yedim. Şöyle ki: Üstâdım yeni îcâdlara, yani Türkçe ezan gibi şeâir-i İslâmiyeye muhâlif bid‘atlere tarafdâr olmadığı için, benim câmiim de Üstâdımın komşusudur, şuhûr-u selâse geliyor, câmiyi terk etsem, hem ben çok sevab kaybediyorum, hem...
Published 11/24/24
ONUNCU LEM‘A
Şefkat Tokatları Lem‘ası’dır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ âyetinin bir sırrını, bu lem‘a, hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezâsı olarak sehiv ve hatâlarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyân etmekle tefsîr ediyor.
Hizmet-i...
Published 11/23/24
Meselâ, gāyet hârika ve emsâlsiz, gāyet büyük ve gāyet zînetli, şark ve garba bir anda uçacak ve şimâlden cenûba ulaşan kanatlarını açıp kapayacak, yüz binler nakışlarla tezyîn edilmiş ve kanadının herbir tüyünde gāyet dâhiyâne san‘atlar dercedilmiş bir tavus kuşu farzediyoruz. Şimdi, seyirci iki adam var. Akıl ve kalb kanatlarıyla, bu kuşun yüksek mertebelerine ve hârika zînetlerine uçup bakmak istiyorlar.
Birisi, bu tavus kuşunun vaz‘iyetine ve heykeline ve herbir tüyündeki hârikulâde olan...
Published 11/23/24
Muhyiddîn-i Arabî Hakkındaki Suâlin Cevabına Zeyildir.
Suâl: Muhyiddîn-i Arabî, vahdetü’l-vücûd mes’elesini en yüksek bir mertebe telakkî ettiği gibi, ehl-i aşk bir kısım evliyâ-yı azîme dahi ona ittibâ‘ etmişler. Sen bu mes’elenin en yüksek mertebe olmadığını, hem hakîkî olmadığını; belki bir derecede ehl-i sekir ve istiğrâkın ve ashâb-ı şevk ve aşkın meşrebi olduğunu söylüyorsun. Öyle ise, münhasıran sırr-ı verâset-i nübüvvetle ve Kur’ân’ın
SAYFA 39
sarâhatiyle gösterilen tevhîdin yüksek...
Published 11/22/24
Ömer Efendi’nin o doktora dâir ikinci suâli: O doktor, o mes’elede o kadar eblehâne hareket ediyor ki, sözlerini dinlemek veyahud ehemmiyet verip, cevab vermekten çok aşağıdır. Bu bîçâre, küfür ve îmân ortasını bulmak istiyor. Onun ehemmiyetsiz bahsine karşı değil, yalnız Ömer Efendi’nin istifsârına göre derim: Me’muriyet ve menhiyât-ı şer‘iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taalluklarına ism-i Hakîm noktasında sebeb...
Published 11/21/24
Dördüncü Suâliniz: Yani sizin değil, Ömer Efendi’nin suâli ki; bedbaht bir doktor, “Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm’ın pederi varmış” (Hâşiye) diye, dîvânecesine bir te’vîl ile bir âyetten kendine güya şâhid gösteriyor. O bîçâre adam, bir zaman hurûf-u mukattaa ile bir hat îcâdına çalışıyordu. Hem pek harâretli çalışıyordu. O vakit anladım ki, o adam, zındıkların tavrından hissetmiş ki, zındıklar hurûfât-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam güya “O sele karşı bir hizmet edeceğim”...
Published 11/20/24
Madem fark o kadar derindir; bir temsîl ile o farkı ve o me’hazleri ve Hazret-i Muhyiddîn’in o mes’elede yanlışını göstermeye çalışacağız. Şöyle ki:
Meselâ, bir aynada güneş görünüyor. Şu ayna, güneşin hem zarfı, hem mevsûfudur. Yani güneş bir cihette onun içinde bulunur, bir cihette aynayı zînetlendirip, aynanın parlak bir boyası ve bir sıfatı olur. Eğer o ayna, fotoğraf aynası ise, güneşin misâlini sâbit bir sûrette kâğıda alıyor. Şu halde, aynada görünen güneş, fotoğrafın resim...
Published 11/19/24
Azîz kardeşim, senin ikinci suâlin hulâsası: Muhyiddîn-i Arabî demiş: “Ruhun mahlûkıyeti, inkişâfından ibârettir.” O suâl ile, benim gibi zayıf bir bîçâreyi, Muhyiddîn-i Arab gibi müdhiş bir hârika-i hakîkate ve bir dâhiye-i ilm-i esrâra karşı mübârezeye mecbûr ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur’âna istinâden bahse girişeceğim; ben sinek dahi olsam, o kartaldan daha yüksek uçabilirim. Belki Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir, fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur, fakat...
Published 11/18/24
SEKİZİNCİ LEM‘A
فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ ve فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ âyetlerinin bir nükte-i gaybiyesini Gavs-ı A‘zam Seyyid Abdülkādir Geylânî’nin bir kerâmet-i gaybiyesiyle tefsîr eden ve kerâmât-ı evliyâyı inkâr eden mülhidleri iskât edip hizmet-i Kur’âniyede çalışanları teşvîk eden hakîkatli bir risâledir. Sikke-i Tasdîk-i GaybîMecmûası’na yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
DOKUZUNCU LEM‘A
Bu Lem‘ayı herkes okumasın. Vahdetü’l-vücûd’un ince kusurlarını herkes göremez, muhtaç...
Published 11/17/24
Hâtime: Kur’ân-ı Hakîm’in tevâfuk cihetinden tezâhür eden i‘câzî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur’ân-ı Hakîm’de İsmullâh ve Rahmân ve Rahîm ve Rab ve ism-i Celâl yerinde olan Hüve’nin mecmûu, dört bin küsûrdur.
SAYFA 31
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ hesâb-ı ebcedin ikinci nev‘i ki, hurûf-u hecâ tertîbiyledir, o da dört bin küsûr eder. Büyük adedlerde küçük kesirler tevâfuku bozmadığından, küçük kesirlerden kat‘-ı nazar edildi. Hem الٓمٓ tazammun ettiği iki vav-ı âtıfla...
Published 11/16/24
Bu Tetimmeye İkinci Îzâh: (Hâşiye) Bu âhir-i Feth’in işâret-i gaybiyesini te’yîd eden; hem Fâtiha-i Şerîfe’de sırât-ı müstakîm ehlinin صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetindeki murad, kimler olduğunu beyân eden; hem ebedü’l-âbâdın pek uzun yolunda en nûrânî, ünsiyetli, kesretli, câzibedâr bir kāfile-i rufekāyı gösteren; ve ehl-i îmânı ve ashâb-ı şuûru şiddetle o kāfileye tebeiyet noktasında iltihâka ve refâkata mu‘cizâne sevk eden şu âyet, فَاُولٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ...
Published 11/15/24
Bir Tetimme: Sûre-i Feth’in âhirindeki âyetin ma‘nâ-yı işârîsi ile verdiği ihbâr-ı gaybî münâsebetiyle, gelecek âyette aynı haber aynı ma‘nâ-yı işârî ile verdiği münâsebetle, bir nebze ondan bahsedilecek. وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا ٭ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُولٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَ وَحَسُنَ اُولٰٓئِكَ رَف۪يقًا Bu âyetin beyânında, binler nüktelerinden iki nükteye işaret...
Published 11/14/24
Beşincisi: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَي الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا -ilâ âhirihî-Şu âyetin başı, Sahâbelerin, enbiyâdan sonra nev‘-i beşer içinde en mümtâz olduklarına sebeb olan secâyâ-yı âliye ve mezâyâ-yı gāliyelerini haber vermekle, ma‘nâ-yı sarîhiyle; tabakāt-ı Sahâbenin istikbâlde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtâz ve hâs sıfatlarını ifade etmekle beraber, ma‘nâ-yı işârîsiyle; ehl-i tahkîkçe vefât-ı Nebevî’den sonra...
Published 11/13/24
Mühim Bir Suâl: Fahrü’l-Âlemîn ve Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn Hazret-i Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sahâbelerinin, müşrikîne karşı Uhud’un nihâyetinde ve Huneyn’in bidâyetinde mağlûbiyetlerinin hikmeti nedir? Elcevab: Müşrikler içinde, o zamanda saff-ı Sahâbede bulunan ekâbir-i Sahâbeye, istikbâlde mukābil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zâtlar bulunduğundan, şânlı şerefli olan istikbâlleri nokta-i nazarında bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiye, hasenât-ı istikbâliyelerinin...
Published 11/12/24
YEDİNCİ LEM‘A
Sûre-i Feth’in âhirindeki âyetin yedi nevi‘ ahbâr-ı gaybiyesine dâirdir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا ٭ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰي وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَي الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَكَفٰي بِاللّٰهِ...
Published 11/11/24
Şîa-i Velâyet eğer dese ki: “Hazret-i Ali’nin (ra) kemâlât-ı fevkalâdesi kabûl olunduktan sonra Hazret-i Sıddîk’ı (ra) ona tercîh etmek kābil olmuyor?” Elcevab: Hazret-i Sıddîk-ı Ekber’in (ra) ve Fârûk-u A‘zam’ın (ra) şahsî kemâlâtlarıyla, verâset-i nübüvvet vazîfesiyle zaman-ı hilâfetlerindeki kemâlâtları beraber bir mîzânın bir kefesine bırakılsa; ve Hazret-i Ali’nin (ra) şahsî kemâlât-ı hârikasıyla, hilâfeti zamanındaki bilmecbûriye girdiği dâhilî elîm vâkıalardan gelen ve sû’-i zanlara...
Published 11/10/24
Eğer denilse: Şîa iki kısımdır. Biri, Şîa-i Velâyet’tir, diğeri Şîa-i Hilâfet’tir. Haydi bu ikinci kısım garaz ve siyâset karıştırmasıyla
SAYFA 19
haksız olsun. Fakat birinci kısımda garaz ve siyâset yok. Halbuki Şîa-i Velâyet, Şîa-i Hilâfete iltihâk etmiş. Yani, ehl-i turuktaki evliyânın bir kısmı, Hazret-i Ali’yi (ra) efdal görüyorlar. Siyâset cihetinde olan Şîa-i Hilâfet’in da‘vâlarını tasdîk ediyorlar.
Elcevab: Hazret-i Ali’ye (ra) iki cihetle bakılmak gerektir. Birinci ciheti: Şahsî...
Published 11/09/24
Üçüncü Nükte: اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰي âyetinin bir kavle göre ma‘nâsı: Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazîfe-i risâletin icrâsına mukābil ücret istemez. Yalnız Âl-i Beyt’e meveddeti yani muhabbeti ister. Eğer denilse: “Bu ma‘nâya göre karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fâide gözetilmiş görünüyor? Halbuki, اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ sırrına binâen karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazîfe-i risâlet cereyân ediyor?”
Elcevab:...
Published 11/08/24
DÖRDÜNCÜ LEM‘A
Minhâcü’s-Sünne
Minhâcü’s-Sünne, bu lem‘aya lâyık görülmüştür.
Mes’ele-i imâmet, bir mes’ele-i fer‘iye olduğu halde, ziyâde ehemmiyet verildiğinden bir mes’ele-i îmâniye sırasına girip, ilm-i kelâmda ve usûlü’d-dînde medâr-ı nazar olduğu cihetle, Kur’ân’a ve îmâna âit hizmet-i esâsiyemize münâsebeti bulunduğundan cüz’î olarak bahsedildi.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ...
Published 11/07/24
Üçüncü Nükte: Şu dünyada zamanın, fenâ ve zevâl-i eşyâdaki te’sîrâtı gāyet muhteliftir. Mevcûdât ise, mütedâhil dâireler gibi birbiri içinde iken, zevâl noktasında hükümleri ayrı ayrı oluyor. Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dâiresiyle, dakikayı ve saati ve günleri sayan dâireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür‘atte birbirine muhâliftirler. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh dâireleri öyle mütefâvittirler. Meselâ, cismin bekāsı, hayatı ve vücûdu, bulunduğu bir gün, belki bir...
Published 11/06/24
ÜÇÜNCÜ LEM‘A
Bu lem‘aya bir derece his ve zevk karışmıştır. His ve zevkin coşkunlukları ise, aklın düstûrlarını ve fikrin mîzânlarını çok dinlemediklerinden ve mürâât etmediklerinden, bu Üçüncü Lem‘a mantık mîzânlarıyla tartılmamalı.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Âyetinin meâlini ifade eden, يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي ٭ يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي kelâmının iki cümlesi, mühim iki hakîkati ifade...
Published 11/05/24
Beşinci Nükte: “Üç mes’ele” dir. Birinci Mes’ele: Asıl musibet, muzır musibet, dine gelen musibettir. Musîbet-i dîniyeden her vakit dergâh-ı İlâhîye ilticâ edip feryâd etmek gerektir. Fakat dînî olmayan musibetler, hakîkat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtâr-ı Rahmânîdir. Nasıl ki, bir çoban, gayrın tarlasına tecâvüz eden koyunlarına taş atar. Onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtârdır. Memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki; İlâhî...
Published 11/04/24
İkinci Nükte: Yirmialtıncı Söz’de sırr-ı kader bahsinde beyân edildiği gibi, musibetler ve hastalıklarda insanların şekvâya üç cihet ile hakları yoktur.
Birinci Vecih: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücûd libâsını san‘atına mazhar etmiştir. Yani, insanı bir model yapmıştır. O vücûd libâsını o model üstünde keser, biçer, tebdîl eder, tağyîr eder; muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi, hastalığı istediği gibi, Rezzâk ismi de açlığı iktizâ ediyor. Ve hâkezâ.. مَالِكُ الْمُلْكِ...
Published 11/03/24