9. Lem'a/3, Sh 34|Hz Muhyiddîn’in meşrebiyle ehl-i tahkîkin meşrebi arasındaki fark ve me'hazler
Description
Madem fark o kadar derindir; bir temsîl ile o farkı ve o me’hazleri ve Hazret-i Muhyiddîn’in o mes’elede yanlışını göstermeye çalışacağız. Şöyle ki:
Meselâ, bir aynada güneş görünüyor. Şu ayna, güneşin hem zarfı, hem mevsûfudur. Yani güneş bir cihette onun içinde bulunur, bir cihette aynayı zînetlendirip, aynanın parlak bir boyası ve bir sıfatı olur. Eğer o ayna, fotoğraf aynası ise, güneşin misâlini sâbit bir sûrette kâğıda alıyor. Şu halde, aynada görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mâhiyeti, hem aynayı süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakîkî güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesinin başka bir vücûda girmesidir. Ayna içinde görünen güneşin vücûdu ise, hâriçteki görünen güneşin ayn-ı vücûdu değil ise de, ona irtibâtı ve ona işaret ettiği için, onun ayn-ı vücûdu zannedilmiş. İşte bu temsîle binâen, “Aynada hakîkî güneşten başka bir şey yoktur” denilmek, aynayı zarf ve içindeki güneşin vücûd-u hâricîsi murad olmak cihetiyle denilebilir. Yoksa, “Aynanın sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve fotoğraf kâğıdına intikāleden resmi cihetiyle güneştir” denilse, hatâdır; “Güneşten başka içinde bir şey yoktur” demek yanlıştır. Çünkü, aynanın parlak yüzündeki akis ve arkasında teşekkül eden resim var. Bunların da ayrı ayrı birer vücûdu var. Çendân o vücûdlar, güneşin cilvesindendir; fakat güneş değiller. İnsanın zihni ve hayâli, bu ayna misâline benzer. Şöyle ki: İnsanın âyîne-i fikrindeki ma‘lûmâtın dahi iki vechi var: Bir vecihle ilimdir ve bir vecihle ma‘lûmdur. Eğer zihni, o ma‘lûma zarf yapsak, o vakit o ma‘lûm, mevcûd-u zihnî bir ma‘lûm olur; vücûdu ayrı bir şeydir. Eğer zihni o şeyin husûlüyle mevsûf yapsak, zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim olur, bir vücûd-u hâricîsi vardır. O ma‘lûmun vücûdu ve cevheri dahi olsa, bunun gibi arazî bir vücûd-u hâricîsi olur.
İşte bu iki temsîle göre, kâinât bir aynadır. Herbir mevcûdun mâhiyeti de bir aynadır. Kudret-i ezeliye ile îcâd-ı İlâhîye ma‘rûzdurlar. Herbir mevcûd, bir cihetle Şems-i Ezelî’nin bir isminin bir nevi‘ aynası olup, bir nakşını gösterir. Hazret-i Muhyiddîn’in meşrebinde olanlar, yalnız aynalık ve zarfiyet cihetinde; ve aynadaki vücûd-u misâlîyi nefiy noktasında; ve akis,
SAYFA 35
ayn-ı mün‘akis olmak üzere keşfedip, başka mertebeyi düşünmeyerek, لَا مَوْجُودَ اِلَّا هُوَ demekle, yanlış etmişler. حَقَٓائِقُ الْاَشْيَٓاءِ ثَابِتَةٌ kāide-i esâsiyesini inkâr etmek derecesine düşmüşler.
Ama ehl-i hakîkat ise, verâset-i nübüvvetin sırrıyla ve Kur’ân’ın kat‘î ifâdâtıyla görmüşler ki, âyîne-i mevcûdâtta kudret ve irâde-i İlâhiye ile vücûd bulan nakışlar, onun eserleridir. هَمَه اَزْ اُوسْتْ tur, هَمَه اُوسْتْ değil. Eşyânın bir vücûdu vardır ve o vücûd bir derece sâbittir. Çendân o vücûd, Vücûd-u Vâcib’e nisbeten, vehmî ve hayâlî hükmünde, zayıftır; fakat Kadîr-i Ezelî’nin îcâdıyla ve irâdesiyle ve kudretiyle vardır. Nasıl ki; temsîlde, ayna içindeki güneşin hakîkî vücûd-u hâricîsinden başka, bir vücûd-u misâlîsi var. Ve aynayı zînetli boyalayan münbasit aksinin dahi, arazî ve ayrı bir vücûd-u hâricîsi var. Ve aynanın arkasındaki fotoğrafın resim kâğıdına intikāş eden sûret-i şemsiyenin dahi ayrı ve arazî bir vücûd-u hâricîsi vardır, hem bir derece sâbit bir vücûddur.
Öyle de, kâinât aynasında ve mâhiyât-ı eşyâ aynalarında esmâ-yı kudsiye-i İlâhiyenin irâde ve ihtiyâr ve kudretiyle hâsıl olan cilveleriyle tezâhür eden nukūş-u masnûâtın, Vücûd-u Vâcib’den ayrı, hâdis bir vücûdu vardır. O vücûda kud
Sekizincisi: Seyrânî’dir. Bu zât, Husrev gibi Nûra müştâk ve dirâyetli bir talebem idi. Esrâr-ı Kur’âniyenin
SAYFA 47
bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftâhı olan tevâfukāta dâir Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzâc ettim. Ondan başkaları, kemâl-i şevk ile iştirâk ettiler. O zât,...
Published 11/25/24
Dördüncüsü: Muhâcir Hâfız Ahmed’dir. O kendisi söylüyor: “Evet, ben i‘tirâf ediyorum ki: Hizmet-i Kur’âniyede âhiretim nokta-i nazarında ictihâdımda hatâ ettim. Hizmete fütur verecek bir arzuda bulundum. Şefkatli, fakat şiddetli ve keffâretli bir tokat yedim. Şöyle ki: Üstâdım yeni îcâdlara, yani...
Published 11/24/24