15. Söz/3, Sh 49 | 4-5 Basamak | Bazı esma, melaike ile şeyatîn ortasında muharebeyi iktiza eder
Description
Dördüncü Basamak: Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlik’ı olan Zât-ı Zülcelâl’in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok nâmları ve ünvanları ve esmâ-yı hüsnâsı vardır. Meselâ, Ashâb-ı Nebî safında küffâra karşı muhârebe etmek için melâikeleri göndermesini iktizâ eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktizâ eder ki, melâike ile şeyâtîn ortasında muhârebe bulunsun. Ve ahyâr-ı semâviyyîn ve eşrâr-ı arâzîn mâbeynlerinde mübâreze olsun. Evet, küffârın nüfûs ve enfâsları kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelâl, bir emir ile, bir sayha ile onları mahvetmiyor. Rubûbiyet-i âmme ünvanıyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydân-ı imtihân ve mübâreze açıyor. Temsîlde hata olmasın. Görüyoruz ki, nasıl ki bir padişahın dâire-i hükûmeti i‘tibâriyle ayrı ayrı pek çok ünvanları, isimleri bulunur. Meselâ, dâire-i adliye, onu “Hâkim-i Âdil” nâmıyla yâd eder. Dâire-i askeriye onu “Kumandan-ı A‘zam” nâmıyla bilir. Dâire-i meşîhat onu “Halîfe” ismiyle zikreder. Dâire-i mülkiye onu “Sultan” nâmıyla tanır. Mutî‘ ahâli ona “Merhametkâr Padişah” derler. Âsî insanlar, ona “Kahhâr Hâkim” derler. Daha bunlara kıyâs et. İşte bazı vakit oluyor ki, bütün ahâli onun elinde olan o pâdişâh-ı âlî âciz, zelîl bir âsîyi bir emir ile i‘dâm etmiyor. Belki Hâkim-i Âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sâdık bir me’murunu taltîfe liyâkatini biliyor. Fakat hususî ilmiyle, hususî telefonuyla onu taltîf etmiyor. Belki haşmet-i saltanat ve tedbîr-i hükûmet ünvanıyla mükâfâta istihkākını teşhîr etmek için bir meydân-ı müsâbaka açar. Vezirine emreder. Ahâliyi temâşâya da‘vet eder. Bir istikbâl-i siyâsî yaptırır. Muhteşem bir imtihân-ı ulvî neticesinde bir mecma‘-ı âlîde onu taltîf eder. Liyâkatini i‘lân eder. Daha başka cihetleri bunlara kıyâs et.
İşte وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰي Ezel ve Ebed Sultanı’nın pek çok esmâ-yı hüsnâsı vardır. Tecelliyât-ı celâliye
SAYFA 50
ve tezâhürât-ı cemâliye ile, pek çok şuûnâtı ve ünvanları vardır. Nûr ve zulmet, yaz ve kış, cennet ve cehennemin vücûdunu iktizâ eden isim ve ünvan ve şe’n ise, kānûn-u tenâsül, kānûn-u müsâbaka, kānûn-u teâvün gibi pek çok umûmî kanunlar misillü, kānûn-u mübârezenin dahi bir derece ta‘mîmini isterler. Kalb etrafındaki ilhâmât ve vesveselerin mübârezelerinden tut, tâ semâ âfâkında melâike ve şeytanların mübârezesine kadar o kanunun şumûlünü iktizâ eder.
Beşinci Basamak: Madem arzdan semâya gidip gelmek var. Semâdan arza inip çıkmak oluyor. Ehemmiyetli levâzımât-ı arziye oradan gönderiliyor. Ve madem ervâh-ı tayyibeler semâya gidiyorlar. Elbette ervâh-ı habîse dahi ahyârı taklîden semâvât memleketine gitmeye teşebbüs edecekler. Çünkü vücûdca letâfet ve hıffetleri var. Hem şübhesiz tard ve reddedilecekler. Çünkü mâhiyetçe şerâret ve nühûsetleri vardır. Hem bilâ-şek velâ-şübhe, şu muâmele-i mühimmenin ve şu mübâreze-i ma‘neviyenin âlem-i şehâdette bir alâmeti, bir işareti bulunacaktır. Çünkü saltanat-ı rubûbiyetin hikmeti iktizâ eder ki, zîşuûr için, bâhusus en mühim vazîfesi müşâhede ve şehâdet ve dellâllık ve nezâret olan insan için, tasarrufât-ı gaybiyenin mühimlerine bir işaret koysun. Birer alâmet bıraksın. Nasıl ki nihâyetsiz bahar mu‘cizâtına yağmuru işaret koymuş. Ve havârik-ı san‘atına esbâb-ı zâhiriyeyi alâmet etmiş. Tâ âlem-i şehâdet ehlini işhâd etsin. Belki o acîb temâşâya umum ehl-i semâvât ve sekene-i arzın enzâr-ı dikkatlerini celb etsin. Yani o koca semâvâtı etrafında nöbetdârlar dizilmiş, burçlarla tezyîn edilmiş bir kal‘a hükmünde, bir şehir sûretinde gösterip, haşmet-i rubûbi
On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı
(Hâşiye)
Bırak bîçâre feryâdı belâdan, gel, tevekkül kıl.
Zîrâ feryâd, belâ ender hata ender belâdır bil.
Belâ vereni buldunsa, atâ ender safâ ender belâdır bil.
Bırak feryâdı, şükür kıl mânend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün...
Published 11/26/24
ON YEDİNCİ SÖZ
Bu söz iki âlî makam ve bir parlak zeyilden ibârettir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَي الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَالِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ٭ وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يدًا جُرُزًا ٭ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا...
Published 11/26/24