Description
On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı
(Hâşiye)
Bırak bîçâre feryâdı belâdan, gel, tevekkül kıl.
Zîrâ feryâd, belâ ender hata ender belâdır bil.
Belâ vereni buldunsa, atâ ender safâ ender belâdır bil.
Bırak feryâdı, şükür kıl mânend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender hebâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün,
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Bil ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyâda.
Hudâbîn isen, o kâfîdir. Bıraksan da, bütün eşyâ lehinde.
Ger hodbîn isen helâkettir, ne yaparsan bütün eşyâ aleyhinde.
Demek terki gerektir, her iki halde bu dünyada.
Hâşiye: Bu ikinci makamdaki parçalar şiire benzer, fakat şiir değiller. Kasdî nazmedilmemişler. Belki hakîkatlerin kemâl-i intizâmı cihetinde bir derece manzûm sûretini almışlar.
SAYFA 65
Terki demek, Hudâ mülkü, onun izni, onun nâmıyla bakmakta.
Ticaret istiyorsan, ger şu fânî ömrünü bâkîye tebdîlde.
Eğer nefsine tâlib isen, çürüktür, hem temelsiz de,
Eğer âfâkı ister isen, fenâ damgası üstünde.
Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda,
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında.
Siyah Dut’un Bir Meyvesi
O mübârek dut başında Eski Said, Yeni Said lisânıyla söylemiştir.
Muhâtabım Ziyâ Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır. Mütekellim nefsim değil, tilmîz-i Kur’ân nâmına kalbimdir.
Geçen sözler hakîkattir, sakın şaşma, hududundan hazer aşma.
Ecânib fikrine sapma, dalâlettir kulak asma, eder elbet seni nâdim.
Görürsün en ziyâdârın, zekâvette alemdârın,
O hayretten der dâim: “Eyvâh! Kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaşarım!”
Kur’ân dedirtir, ben de derim, hiç de çekinmem.
Ondan ona şekvâ ederim, sen gibi şaşmam.
Hakk’dan Hakk’a feryâd ederim, sen gibi aşmam.
Yerden göğe da‘vâ ederim, sen gibi kaçmam.
Ki Kur’ân’da hep da‘vâ nûrdan nûradır, sen gibi caymam.
Kur’ân’dadır hak hikmet, isbat ederim, felsefeyi beş para saymam.
Furkān’dadır elmas hakîkat, dercân ederim, sen gibi satmam.
SAYFA 66
Halktan Hakk’a seyerân ederim, sen gibi sapmam.
Dikenli yolda tayerân ederim, sen gibi basmam.
Ferşten Arş’a şükrân ederim, sen gibi asmam.
Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.
Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.
Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı, sen gibi görmem.
Ahbâba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.
Rahmet kapısı, Nûr kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.
“Bismillâh” diyerek çalıyorum, (Hâşiye-1) arkama bakmam, dehşet de almam.
“Elhamdülillâh” diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam.
“Allâhü Ekber” diyerek ezân-ı haşrî işitip kalkacağım, (Hâşiye-2) mahşer-i ekberden çekinmem, mescid-i a‘zamdan çekilmem.
Lütf-u Yezdân, nûr-u Kur’ân, feyz-i îmân sâyesinde hiç üzülmem.
Durmayıp koşacağım, Arşu’r-Rahmân zılline uçacağım, sen gibi şaşmam, inşâallâh.
Hâşiye-1: “Eyvâh” diyerek kaçmıyorum.
Hâşiye-2: İsrâfîl’in ezanını fecr-i haşirde işitip, “Allâhü Ekber” diyerek kalkacağım. Salât-ı kübrâdan çekilmem, mecma‘-ı ekberden çekinmem.
Saîdü’n-Nûrsî
Kalbe fârisî olarak tahattur eden bir münâcât
هٰذِهِ الْمُنَاجَاةُ تَخَطَّرَتْ فِي الْقَلْبِ هٰكَذَا بِالْبَيَانِ الْفَارِسِيِّ
Yani bu münâcât, kalbe Fârisî olarak tahattur ettiğinden, Fârisî yazılmıştır. Evvelce matbû‘ olan Habâb Risâlesi’nde derc edilmişti.
يَا رَبْ بَشَشْ جِهَتْ نَظَرْ م۪يكَرْدَمْ دَرْدِ خُودْرَا دَرْم